Özet:
İlk müzenin yapımından bu yana müzecilik anlayışı çok büyük değişiklik göstermektedir. Yapım tekniğindeki gelişmelerin yanı sıra aydınlatma tekniğindeki ilerlemeler ve sanat yapıtlarının, tarihi nesnelerin korunmasında geliştirilen teknik, bu değişimde en önemli etkenlerdir. Müzelerde sergilenen duyarlı özdeksel yapısı olan nesnelerin ışınımlar dan zarar görmesi müzelerde aydınlatma konusunu dikkatle ele alınmasına neden olmaktadır. Ancak bu, aydınlatma konusunun müzedeki tek ve en önem li etkisi değildir, ışınımların nesnelere zarar vermemesi için birtakım ayrıntıların uygulandığı aydınlatma düzeni, aynı zamanda bu nesnelerin iyi ve doğru algılanmasını sağlamalıdır. Son 30-40 yıldır büyük ilerleme gösteren aydınlatma tekniğinin getirdiği olanaklar ve sınırlamalar açısından müze yapılarına yansımaları incelendiğinde özellikle aydınlığın niteliği konusunun bilinmediği görülmektedir. Bu konuda genellikle mimarların öznel değerlendirmelerinin bilimsel ger çeklere yeğ tutulduğu dikkati çekmektedir. Mimarlık tarihinde önemli birer yeri olan mimarların büyük çoğunluğu bu konuda pek çok yanlış yapmak tadır. İlginç olan pek çok mimarın bu uygulamaları iyi örnek olarak ele alıp ona ozenmeleridir. Louisiana Müzesi bunun en önemli örneğidir. Aydınlatmada, nicelikle ilgili gerekler yerine getirildiğinde nesnenin korunması ve görünmesi sağlanmış olur, nitelikle ilgili gerekler yerine getirildiğinde nesnenin görsel olarak, tüm özelliklerinin iyi ve doğru algılanması sağlanmış olur. Bir aydınlatma düzeninin istenen koşulları sağlayabilmesi için mimari ta sarım sürecinde ele alınması gerekmektedir. Tavan ve duvar biçimlenişinde aydınlatma düzeninin büyük etkisi vardır. Bu nedenle bitmiş bir mimari yapının aydınlatmasında, uzmanı büyük zorluklar bekler, bu zorluklar her zaman yenilemez. Böylece sonuçta elde edilen en iyi ve en doğru olan değildir.Bu konuda en büyük zorluklardan biri müze olarak kullanılan tarihi yapılarlarda ortaya çıkmaktadır.Tarihi geçmişi, süslemeleri ve bezemeleri ile bu yapılar izleyiciye sunulacak birer nesnedir ve hem korunması hem de aydınlatılması gerekir. Müze olarak kullanıldığında, bu nesne aynı zamanda sergilenen nesnelere kabuk oluşturur. Bu durumda kabuk aydınlatma düzenine yardımcı öğe olmak zorundadır. Müze nesnelerinin hem korunmasını hem de iyi ve doğru algılanmasını sağlama zorunluluğu aydınlatma biçimini ve düzenini belirler ve sınırlar,bu nedenle tarihi yapı ne başka nesnelerin korunmasına kabuk ne de aydınlatılmasına yardımcı olabilir. Buna karşın yine de yapı ka buğunu aydınlatma düzeni için kullanmak girişimi olursa bu, ya yapının mimari anlatısından ya nesnelerin korunumundan ya da görsel algılama koşullarınının sağlanmasından önemli ödünler vermekle sonuçlanır. Aydınlatma tekniğindeki ilerlemelerin sonucu olarak günümüzde ni tel özellikleri açısından çok çeşitli yapay ışık kaynakları üretilmektedir. Bu ışık kaynakları arasında müzelerde kullanılmak üzere üretilen, renksel geri verimi iyi, yayımladığı zararlı ışık oranı gün ışığına göre çok az olanları da bulunmaktadır (mavi gök ışığından 26- 27 kez daha az zararlı Philips 27 gibi ). Bunların kullanımı ile çok rahat çözülen detaylar, yalın ve temiz bir mimari görünüm ortaya çıkarır. Tüm olumsuz verileri karşın mimarlar yine de gün ışığını kullanmak, eğiliminde görünmektedirler. Bu görüşün savunmasında ise gün ışığının ucuz olduğu ve izleyici tarafından isten diğiileri sürülmektedir. Oysa yapılacak basit bir hesap bu ışık kaynağı ile yapılan aydınlatmanın yapay aydınlatmadan daha ucuza gelmeyeceğini ortaya koyar. Müzenin iki temel işlevi söz konusudur î 1. Değerli nesneleri kesin olarak korumak 2. Görsel algılamayı en iyi biçimde sağlamak. Burada varsayımlardan değil bilimsel gerçeklerden, yola çıkılmalıdır. Mimari tasarım sürecinde mimar kendi koyduğu kurallara değil, bil imsel verilere uymalıdır, Müse tasarımın da aydınlatma tekniği ile ilgili tüm veriler dikkatle ele alınmalı bütünüyle ve ödün vermeksizin uyulmalıdır