Özet:
İslamiyet'in ortaya çıktığı ilk yıllardan itibaren, zikrin de (Allah isminin anılması) yapıldığı bilinmektedir. Hira Mağarası'nda Hz Muhammed ile, Ebu Bekir arasında Allah'ın sessiz olarak zikredilmesi, ilk zikir olarak kabul edilmiştir. Sonraki yıllarda Hicri II. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan tarikatlar, daha sonra bunlardan ayrılan kollar, zamanla İslamiyet'in yayıldığı coğrafyaya yayılarak, faaliyetlerini sürdürmüştür. Tarikat Arapça "yol" anlamına gelen "tarik" kelimesinin çoğul şeklidir. Tasavvuf terimi olarak, "Allah'a ulaşmak gayesiyle, özel bir davranış, hareket şekli anlamına gelmektedir. Her tarikatın bir kurucusu, "Pir" i vardır. Bu pirler zamanında veya ölümlerinden sonra, tarikatın ayin, usul ve davranış şekilleri, belli bir düzen içinde gelenekselleşerek, yüzyıllarca devam etmiştir. Türkler'in Anadolu'ya gelip yerleşmeleri ve sonrasında gelişen siyasi olaylar ve özellikle Osmanlı Beyliği'nden imparatorluğa geçiş yılları süresince, tarikatların geniş teşkilatları ile fetihlerde ve Hıristiyan halkın İslamiyeti benimsemesinde büyük rol oynadıkları bilinmektedir. Anadolu'nun ilk tarikatları Bayramilik, Mevlevilik ve Bektaşilik'in engin hoşgörü, kardeşlik, paylaşma, vicdan temizliği, insanlık anlayışları Hıristiyan ve Müslüman halkın yakınlaşıp kaynaşmasına ve sonucunda İslamlaşmasına hizmet etmiştir. İstanbul'un fethine katılan, büyük hizmetlerde bulunan tarikat ehli derviş grupları, şehrin alınmasından sonra, devletin kendilerine tanıdığı imkanlarla, faaliyetlerini kent içinde yerleşik olarak sürdürmüşlerdir. Bir Bizans kilisesi olan Kalenderhane Camii ilk Mevlevi tekkesi olmuştur. İstanbul'un alınmasını takip eden yıllar içinde, binaya olan ihtiyaçla birlikte, özellikle kiliseler hızla camiye dönüştürülmekte ve içlerinde tarikat ayini yapılacak şekilde vakıflar düzenlenmektedir. Fatih ve II. Beyazıt devirlerinde tesis edilen tekkelerin toplam sayısı 20 ye varmıştır. Sonraki yüzyıllarda bu sayı hızla artmış, 20. yüzyılın başında gayriresmi olanlar da hesaba katılırsa 400 e yaklaşmıştır. Tekkelerin bir kısmı, mevcut camiler içinde tesis edilirken, büyük bir kısmı yeni yapılan tekke binalarında tesis edilmişlerdir. Kişilere ait evlerin de tekkeye dönüştürüldüğü görülmüştür. Tekkelerin resmiyet kazanması için "vakfiye" ile kurulmuş olmaları gerekmektedir. Bu şekilde düzenlenmiş yüzlerce vakfiye ve ekleri vardır. Tekkeler, içinde her hafta belli bir günde zikir yapılan, şeyhin ailesiyle oturduğu, derviş ve konukların her türlü ihtiyaçlarının giderilerek iskan edildiği, hergün yemek pişirilen, fakir halkın doyurulduğu, kutsal gün ve gecelerde yapılması gereken ibadet, ayin, yemek vs. nin yapıldığı ve bunların, Osmanlı Türk adet ve geleneklerine uygun bir düzen içinde yerine getirildiği yerlerdir. Tekke mimarisi bu fonksiyon çeşitliliği nedeniyle, bir çok bina ve bölümden meydana gelen geniş bir programa sahiptir. Bu program, büyük külliye haline gelmiş tekkelerde de, tek bir bina içinde her türlü fonksiyonun karşılanacağı şekilde düzenlenmiş küçük boyutlu tekkeler de ihtiyaç ölçüsünde bulunmaktadır. Her tekkenin faaliyet alanının çeşitliliğine göre bu bölümler, binalar ve ilişkileri farklı çözümlerle ortaya çıkmıştır. Osmanlı toplumundaki kadın erkek ayrımının, tarikatlardaki yaşam ölüm anlayışının, tekkelerdeki mimari düzenlemede önemli rol oynadığı görülmektedir. Tekke planları çok çeşitli çözüm zengiliklerini içerirler. Bu vıı nedenle tekke mimarisinin temel mekan elemanları olan tevhidhane, türbe ve meşrutahanenin planları ve birbirleriyle olan ilişkileri, malzemenin kullanılışı, stürüktür ve cephe durumları incelenerek, bu çeşitlilik ortaya konulmuştur. Tekkelerin korunamama konusunun geçmişte ve son 70 yıllık dönemdeki sorunu örneklerle incelenmiş, yapılan restorasyonlardaki doğru ve yanlışlar ortaya konularak, korunabilmeleri yönünde yapılması gerekenler tesbit edilmeye çalışılmıştır. Özellikle tekkelerin fonksiyonu gereği yapılmış, ek ve bölümlerinin "muhdes" kabul edilerek kaldırılmasının, tekke mimarisinin, belgesel yönüyle geleceğe aktarılmasında büyük sakınca taşıdığı saptanmıştır.