Abstract:
Kıbrıs adası, her dönemde olduğu gibi 1878'den sonra da farklı kültürlerin kesişme noktası olmaya devam etmiştir. Bu nedenle de aynı anda birçok farklı kolonizasyon ve melezleşme bir arada gerçekleşmekteydi. Bir yandan adadaki yaşamı kolonize etmeye çalışan Kıbrıs İngiliz Yönetimi'nin kendi formları ve normları, diğer bir yandan dekolonize olmaya başlayan Osmanlı İmparatorluğu'nu ve yeni Avrupa kolonizasyon araçlarından birini temsilen Hollandalı ve Alman mimarlar tarafından icat edilerek Atina'yı yeniden var eden Neo-Grek yapı formları adaya taşınmaya başlamıştı. Kıbrıs, bir anlamda farklı kolonyal dünyaların kendilerini yeniden inşa ettikleri politik bir arenaydı ve Kıbrıslı Rumların Yunan Krallığı ile birleşme arzularından dolayı oluşan gergin ortam sayesinde de mimarlık, toplumsal temsil için yoğun şekilde kullanılan bir araca dönüşmüştü. Yine de adadaki her diğer grubun talepleri gibi Kıbrıslı Rumların talepleri de sürekli ve zorunlu olarak kolonyal yönetimin tercihleri ile melezleşmekteydiler.Aynı süreçte farklı talepler oluşturan adadaki farklı gruplar ise, geleneksel yapım yöntemleri yanında modern yapım biçimleri ile Neo-Bizans, Neo-Osmanlı, Neo-Luzinyan, (...) gibi canlandırmacı eklektik stilleri icat etmekle meşguldüler. 1930'ların ortasına gelindiğinde ise, adaya yerleşen Kıbrıslı Rum mimarlar, Neo-Grek ve İngiliz Kolonyal da dâhil olmak üzere tüm canlandırmacı tarzları dekolonize etmeye başlayan ilk modern örnekleri hem Atina'da hem de Kıbrıs'ta inşa etmeye koyulurlar. Buna benzer şekilde, Türklerin Osmanlıyı dekolonize eden mimarlığını temsil eden modern Türk mimarlığı ise ancak 1950'lerde İstanbul'da eğitim alan ilk Kıbrıslı Türk mimar Behaeddin'in elçiliğinde Kıbrıs'a ulaşacaktır. Modern mimarlığın temel üretici yaşam biçimi ve formu olarak Kıbrıs'a damgasını vurması ise Kıbrıs Cumhuriyeti'nin ilanı ile yeni bir devinime kavuşur ve 1974'e kadar da toplumsal çatışmalar içerisinde artan bir hızla devam eder. Etnik bölünme sonrasında ise diğerlerininkiler ötekilenir, unutulur ve çürümeye terkedilir. Böylece modernizmin devingen, üretken, melezleyen ve melezleşen enerjisi adada tükenirken merkezini diğer bir kolonyal form olan milliyetçilik üzerinden yeniden kurar.