Özet:
18. yüzyılın ortalarında önceleri Avrupa daha sonra Amerika, Rusya ve Japonya’da olmak üzere dünya geneline yayılan sanayileşme hareketleri, üretim tesislerinin yer seçtiği kentlerdeki etkilerinin yanı sıra dünya genelinde de sosyal ve ekonomik yapının değişimine neden olmuştur. Bu doğrultuda dünya ekonomik coğrafyası sanayi ile paralel olarak şekillenmeye başlamış, bu tarihten itibaren ülkelerin üretim coğrafyasında sahip olduğu rol, dünya sanayi coğrafyasındaki rollerinde de belirleyici olmuştur.
1914-1918 Birinci Dünya Savaşı, 1929 Büyük Buhran, 1939-1945 İkinci Dünya Savaşı ve bu önemli olayların ülkelerin sosyal, ekonomik ve fiziksel yapılarına etkileri “dünya ekonomik coğrafyasının” yeniden şekillenmesine neden olmuştur. Özellikle savaş endüstrisi ile birlikte sanayileşme anlamında yeni bir döneme giren ülkeler, dünya ekonomik coğrafyasında gelişmiş ülkeler olarak ön plana çıkarken, 1950 sonrasında sanayileşme hamlesini yapan ülkeler ise gelişmekte olan ülkeler olarak tanımlanmıştır. Diğer bir deyişle sosyal ve kültürel gelişimlerini 18. yüzyılda tamamlayan, bilimsel çalışmalara yönelmeleri sonucunda teknolojide atılımlar yapan ve erken sanayileşen bu ülkeler, 20. yüzyıl başında ekonomik bağlamda da diğer ülkelere göre daha fazla gelişmişlerdir. Gelişmiş ülkeler yüksek teknolojiye dayalı bir sanayileşme politikası izlerken, gelişmekte olan ülkeler emek yoğun sanayileşme politikası izlemeye devam etmektedirler. Bu durum literatürde “merkez ve çevre ülke” kavramları ile açıklanmaktadır. Merkez ülkeler teknolojiye dayalı sanayilerde uzmanlaşırken, çevre ülkeler emeğe dayalı sanayilerde uzmanlaşmıştır. Dünya sanayi coğrafyasında ülkelerin merkez ve/veya çevre ülke bağlamında sahip oldukları roller ise yabancı sermayeli firma yatırımları üzerinden okunmaktadır.
Uluslararası ölçekte ülkelerin üretim coğrafyasındaki rolleri, merkez ve/veya çevre ülke olma niteliklerinden okunurken, ulusal ölçekte de bu durumun bir benzerinin “merkez kent / çevre kent” tanımları ile yaşandığı görülmektedir. Erken sanayileşmiş ya da başat kentlerin sanayileşme politikasından vazgeçerek, hizmetler sektörü ağırlıklı bir yapıya dönüştükleri ve sanayi yatırımlarını yakın çevresindeki kentlere kaydırdıkları izlenmektedir. Bu kimlik değişimi ülkesel ölçekli planlardan, bölge ve kent planlarına dek farklı ölçeklerdeki plan kararları aracılığı ile sağlanmaktadır. Ancak bu olguda dikkati çeken konu merkez kentlerin sanayi sedantralizasyon kararlarını üretmeleri, çevre kentlerin ise bu olgu ile karşı karşıya kalmalarıdır. Dünya’da 1980 sonrası gelişmiş/gelişmemiş çok yaygın bir coğrafyayı etkileyen sanayi kentinden hizmet kentine dönüşme isteği ya da bu yönde alınan planlama kararları; gerçeği yansıtmaktan öte içi boş bir içeriğe taşınmaktadır. Zira hizmet kenti olmak; sermaye birikimi, teknoloji üretme potansiyeli ve iş gücünün donanımları ile doğrudan ilintilidir. Oysa bir çok kent bu altyapıya sahip olmadan sanayisini plan kararları ile desantralize etme kararı aldığında ya bu kararlar hayata geçirilmemekte ya da ekonomik çöküş süreçleri ile karşı karşıya kalmaktadır. Dolayısı ile bir merkez ya da çevre kentin sanayi kimliği, niteliğinin doğru tespit edilmesi ve geleceğe ilişkin doğru altyapı ve plan kararları ile yönlendirilmesi; ekonomik bir kalkınmanın ve kentsel gelişmenin en önemli dinamiği olabilecektir.
Bu çalışmada günümüzde gerek resmi kurumlarca gerekse ülkemiz ile ilgili oluşturulan raporlarda sıkça “Sanayi Başkenti” olarak tanımlanan Kocaeli örneği üzerinden; uluslararası ölçekte ülkemizin dünya sanayi coğrafyasında sahip olduğu rol, ulusal ölçekte ise Kocaeli’nin ülke sanayi coğrafyasında sahip olduğu rol yabancı sermayeli firmalar üzerinden okunmaya çalışılmıştır. Sonuçlar göstermektedir ki ülkemiz dünya sanayi coğrafyasında sahip olduğu
jeopolitik konum nedeni ile kıtalar arası pazarda önemli bir bölgesel üretim ve dağıtım merkezidir. Kocaeli ise bu coğrafya içerisinde özellikle ülkemizin küresel ve hizmet kenti İstanbul’a yakınlığı nedeni ile üretim merkezi olarak ön plana çıkmaktadır. Bu durumun ülke planlama politikaları doğrultusunda alınan üst ölçekli kararlar ile İstanbul ve etki alanında yer alan Kocaeli için yapılan planlar sonucunda oluştuğu, tarihsel süreç içerisinde sahip olduğu coğrafi, fiziksel, sosyal ve ekonomik yapısına aykırı olarak Kocaeli’nin planlama politikaları ile düzenli olarak bir sanayi kentine dönüştürüldüğünü ortaya koymaktadır.