Abstract:
Uygarlığın temelinde su öğesi etrafında gelişim gösteren kurallar bulunur. Gereksinimleri karşılamanın vazgeçilmez aracı “su”, aynı zamanda yerleşim alanlarının varlığı için tehdit unsuru olmuştur. Toprak ile temas halindeki yapının, yeraltı suyu ile etkileşime girmesi kaçınılmazdır. Suyun denetim biçimi, doğal peyzajın kültürel peyzaja dönüşüm sürecinde üslup ile çeşitlenerek karakteristik kentsel dokuyu tanımlar. İstanbul Kent Arkeolojisi katmanlarında potansiyel risklerin yönetimi özgün hidrolik donanım işleyişine dayalı olarak kurgulanmıştır. Bizans ve Osmanlı Dönemlerinde suyun aşındırıcı etkisine karşı dayanım arayışında kente eklemlenerek geliştirilmiş yapı uygulamaları; tampon su katı niteliğinde sarnıçlar ile oluşturulan yükseltilmiş/fevkani kuruluş veya keson kuyular ile desteklenmiş hemzemin/tahtani kuruluş çeşitliliğini içerir. Suyu toplamaya, biriktirmeye ve tahliyeye yönelik çözümlerle yeraltı suyu akış ağı oluşturulmuştur. Böylece, yapılar su tablasındaki değişimlerden etkilenmeyen, tabiat ile birlikte işleyen mekanizmalar haline dönüştürülmüştür.
Sanayi Devrimi sonrası dönemde, suyun ihalesine yönelik yeni teknolojiler geliştirilmiş, mevcut hidrolik donanımın sadece suyun teminine dair ihtiyaçların karşılığı olduğu algısı ile birçok anıtta su yönetim altyapısı devre dışı bırakılmış ve yerine yeni şebeke ağları kurulmuştur. Söz konusu elemanların özgünlüğünü koruyan yasalar yapılacak değişikliklere açık kapı bırakmıştır. Yeraltı suyu kullanımı, suyun ekonomik politiği açısından ayrıca kısıtlamalara tabi tutulmuştur. Güncel tasarım ve koruma ortamında, özgün hidrolik donanımın zemin/yapı stabilitesine katkısının tanımı ve sistemin sürekliliğinin sağlanması ivedilik arz eden bir ihtiyaçtır. xi
Su yönetimine konu olan her türlü değer, sınırlı tekil fonksiyonların ürünü değil, aksine, biri olmadan diğerlerinin varlığının anlamını yitirdiği, kolektif bir yapısal düzenin parçasıdır. Bu anlamda sistemin işleyişine yapılan her türlü müdahale, yapı modal parametrelerinin dışavurum ifadesini içermek durumundadır. Mevcut keson kuyuların kapatılması/devre dışı bırakılması hidrostatik basınç etkisini somut ve gözlem yoluyla ayırt edilebilecek düzeye ulaştırmaktadır. Sistemin etkinliğini yitirmesi sonucunda, değişen su oranı, zemin mukavemetini iki şekilde etkiler: kayma direncinin azalması ve boşluk suyu basıncındaki artış. Bu durum, yapılarda, kâgir malzeme ve özgün detayların dayanım sınırlarını belirlediği bir alanda, değişken miktarda deformasyonlara yol açabilmektedir.
Diğer taraftan, yapısal bozulma sebepleri tek bir nedene indirgenememektedir. Aynı görsel etkiye sahip hasar göstergeleri, farklı türlerde bozulmaların habercisi sayılabilir. Ancak, aynı koşullar altında oluşmuş tekrarlı hasar biçimleri rastgele gibi duran fakat öngörülebilir bir iz sunmaktadır. Bu koşullar altında, gerektiği şekilde risk yönetiminin yapılamaması nicel bilgilerin sınırlı olduğu durumlarda tutarlı olasılıkların göz ardı edilmesi ile ilgilidir. Bu durum, hasar tespit için çevre verilerinin ve iç dinamiklerin bir arada değerlendirilebildiği yöntem önerisi sunulmasını gerektirmektedir.
Bu noktada, çalışmanın amacı, kentin güncel dönüşüm etkinliğinde göz ardı edilen su yönetim pratiğini ele alarak, bu bağlamda yığma yapı hasar tespit yöntemini belirlemektir. Bu amaçla, kuyu ile desteklenmiş, hidrostatik basınç etkisinde on dört adet yapıya ait çevresel tasarım verileri/hidrolik donanım işleyişi/hasar göstergeleri olasılıklar dizgisinde Bulanık Mantık Yaklaşımı ile irdelenip, ortaya çıkan korelasyonlar sebep-sonuç ilişkisinde değerlendirilecektir. Böylece, anıtların su etkisinde stabilitesini koruyarak, tahribata uğramadan günümüze ulaşmasını sağlayan ve gelecek nesillere taşınmasını etkileyecek olan yapı pratiğinin önemi vurgulanacaktır.