Özet:
Din, insan kültürünün doğal bir parçasıdır. Uygarlığın belirli bir aşamasında, din kavramı basit biçimde ortaya çıkmış, zamanla gelişmiş ve çeşitlenmiştir. Bu gelişim sonucu din, siyasal sürecin içinde yer almış, hatta bu sürecin etkin aktörlerinden biri olmuştur. Dinsel unsurlar, statükocu bir yapı arz etmektedir. Bu nedenle gelişmeye ve tartışmaya uzaktırlar. Oysa günümüzün hızlı gelişim ortamında dinsel yapı ile çağı yakalamak olanaksızdır. İşte bu nedenle Türkiye'de şeriat isteyenlere karşı ortaya konulan tavrını yaşamsal bir boyutu bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, özellikle 1923 sonrasında gösterdiği çağdaşlaşma atılımlarının yansıması sonucu bugün çağdaş devletler ligine aday bir konuma gelmiştir. Ne var ki, Atatürk'ün çizdiği yolda ilerlemenin sonucu olan bu başarının önünde daima bir engel bulunmuştur: Gericilik. Cumhuriyetle birlikte rotasını batıya çeviren ve böylece çağdaş devletler arasında kendine iyi bir yer bulma mücadelesine giren Türkiye Cumhuriyeti, gericilikle giriştiği mücadeleye bugün hala devam etmektedir. Bu mücadeleyi zorlu kılan nokta; yüzlerce yıl teokratik bir sistemde yaşayan toplumla başarıyı aramaktır. Esasen toplumun çoğunluğu bugün Atatürk ilke ve inkılaplarını ve özellikle laiklik ilkesini benimsemiştir. Ancak eğitim seviyesi düşük olan kesimlerin kolaylıkla propagandalardan etkilenmeleri nedeniyle gerici akımlara kapıldıkları da görülmektedir. Türkiye'de gericiliğe pirim veren bir olgu da siyasal yelpazedeki bölünmüşlük ve merkez siyasal partilerin uzun perspektifli politika üretemeyişleridir. Bu durum gelir düzeyi düşük toplumun uç siyasal partilere eğilim göstermesine yol açabilmektedir. Böylece Türkiye'nin demokratikleşme süreci, kültürün din boyutunun freninde ilerlerken, geleneksel-modern çatışması laiklik zemininde ifadelendirilmiştir. Bu durumun demokrasiye, ona karşı tavır koymaktan çok daha büyük zararlar verdiği söylenebilir. Öyle ki, modern kültür, demokrasi elbisesi giydirilen otoriter uygulamaların kılıfi olurken, otoriteyle örtüşen geleneksel kültür yaygın ve yoğun içeriğiyle yaşatılabilmiştir. İslam'ın siyasallaştırılması, Türkiye'nin değişmez gerçeği olarak günümüze değin etkilerini sürdürürken 1980 sonlarından itibaren ülke gündeminde yerini alan "şeriat tehdidi" söylemleri, 90'h yılların ikinci yansından itibaren daha ciddi boyutlar kazanmaya başlamıştır, özellikle İslamcı kimlikli Refah Partisi'nin (RP), 1994 yerel seçimlerinde büyük illerin belediye başkanlıklarım kazanması ve 24 Aralık 1995 Seçimlerinden sağ ve soldaki siyasal partilerin bölünmüşlüğünün sağladığı üstünlükle birinci parti olarak çıkması endişeleri arttırmış; Doğru Yol Partisi (DYP) ile REFAHYOL Hükümetini kurmasının ardından "şeriat" Türkiye gündeminin başlıca konuları arasına girmiştir. Türkiye'de siyasal yelpazenin ortasında yer alan siyasal partiler, toplumsal gerçekleri ve gereksinim alanlarını irdelemeden, uzun perspektifli politikalar üretmeden seçmenin huzuruna çıkmaktadır. Politika neredeyse sen-ben kavgası düzleminde cereyan eden bir olgu halini almıştır. Bir çok raporda değinildiği özere, toplumun ekonomik gücündeki yetersizlik, uç siyasal görüşlere yönelim eğilimim artırmaktadır. Bu eğilime bir de tartışı konusu yapılmaktan çekinilen ve sömürülmeye elverişli olan dinsel boyutun kullanımı eklendiğinde uç görüşlere uygun zemin yaratılmaktadır. Belirtmek gerekir ki, Atatürk çizgisinden saptırmaya çalışan ve gericilik yapan kesim, kendine hedef kitle olarak eğitim seviyesi düşük, cahil kişileri seçmektedir. Bu propagandanın temel kurallarından biridir. Bu bağlamda eğitim çok önem taşımaktadır. Eğitimli bireylerin çağdaşlık ve ilerlemeden taviz verme ve gerçek dışı propagandalara kapılma olasılığı daha azdır. Belki de sekiz yıllık eğitime karşı çıkan gerici çevrelerin itirazlarında bu gerçekle yüz yüze kalma endişesi yatmaktadır. Toplumun eğitim seviyesi yüksek ve aydın kesimi ise politik arenada merkezi temsil eden siyasal partilerin umarsızlığına karşın gücü yettiğince reaksiyoner davranmaktadır. Bu noktada Atatürkçülüğün toplum içinde benimsendiği ve toplumun devrimlere büyük çoğunlukla sahip çıktığı söylenebilmektedir. Böylece sivil toplumun çağdaşlaşma yolunda ne denli önemli olduğu anlaşılacaktır. Türkiye üzerinde oynanan oyunların iç ve dış kökenli olanları bulunmaktadır. Bu nedenle irdelemelerde bu olgu dikkate alınmalıdır. Özellikle iki kutuplu sistemin çözülmesinin ardından Amerika Birleşik Devletleri'nin Sovyetler Birliği'nin güney istikametinde yayılmasını engellemek amacıyla desteklediği ve öne çıkartılmasına göz yumduğu İslami oluşumlar, kontrolden çıkmıştır. Bu durum bölgede şeriatçı güçlerin iktidara gelmesi için olumlu bir ortam yaratmıştır. Böylece bölgede demokrasi tanımayan, terörist eylemleri olan şeriatçı yönetimler gündeme gelmiştir. Türkiye'nin yakın coğrafyasında yaşanan bu gelişmelerin Türkiye'ye yansımaları olabilecektir. Bu nedenle irticai gelişmeler irdelenirken uluslararası konjonktürden bağımsız düşünülmemelidir. A