Özet:
Şevket Süreyya Aydemir 1897'de göçmen bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelmiş, çocukluğunda Osmanlıcı bir eğitim çevresinde büyümüş, imparatorluk dağılırken Turancı ülküye sarılmış, bu ülküyle çıktığı yolculukta Bolşevik Devrim ile tanışmış, Türkiye'ye dönüşünde ise her devirde onu belirleyen ulusalcı duygularla Kemalist Devrim'in hizmetine girmişti. 1927 yılından itibaren devrim ile dirsek temas, kurmaya başlayan Aydemir 1930 ekonomik buhranının ardından girilen siyasal-ekonomik arayışlara bir çözüm yolu önermiş, böylece Kadro hareketi onun çevresinde ortaya çıkmıştı. Sonraki yıllarda Kadrocu görüşlerini sürdürmüş, 1960'larda yeniden bu anlayış, farklı söylemlerle diriltme uğraşına girmiş, tarih ve devlet anlayışında ise çok derinleştiremese de önemli sayılabilecek değişiklikler gerçekleştirmişti. Ömrünü 1976'da tamamladığında arkasında sağdan, soldan eleştiriler ve Kemalist özlemler bıraktı. Yazdığı kitaplarla yüz yıllık tarihimizi zengin kaynaklarla araştırmış, tartışmış, derli toplu sayılabilecek ve dönemsel karakterler gösteren bir tarih ve devlet anlayışı bırakmıştı.Günümüz tarihçiliği için kuşkusuz Aydemir demek her şeyden önce Kadro yıllarını anımsatıyor. Kadro yıllarında Türkiye'nin kalkınması için Milli Kurtuluş Hareketi ve sonrasına dair görüşlerini yayımlayan yazar için Türkiye evrensel çapta emperyalizmin yenilmesi doğrultusunda önderlik yapabilirdi. 1930'da CHP çevresinde belirlenen devletçilik anlayışın, daha koyu bir biçimde tarih ve devlet anlay.ş.yla bütünleştiren yazar, devletçi politikalarla Türkiye'nin çağdaş sınıflar oluşumuna izin vermeden gelişmiş bir ülke olabileceği görüşündeydi. Çok geçmeden kapanan Kadro dergisi ardında birçok yankılar bıraktı. Aydemir Kadro sonrasında da devletçi politikaları uygulayan bürokrasi içinde önemli mevkilerde yer aldı; ancak yaklaşan ikinci genel savaş planlı ekonomi politikalarının derli toplu uygulanmasını engelledi. Genel savaş sonrasındaysa artık Türkiye çok partili siyasal rejimi benimseyecek, ekonomik planlama bir tarafa bırakılacaktı. Aydemir 1950 sonrasında emeklilik yaşamına çekildi, anılarını yazdı, hacimli kitapları üzerinde çalıştı ve 1960'lardan itibaren ardı ardına yayınladı. Bu yıllarda siyasal atmosferin sol kanattan esmesi, onu yeniden Yön çevresinde görünür hale getirecek, burada yayınladığı makalelerde yeniden devletçilik anlayışın, bu defa sosyalizm bayrağı altında savunacaktı. 1971'de gerçekleşen askeri müdahale ardından ise Cumhuriyet yazarlığını sürdürecek, ömrünün sonlarında başından beri sınıfsal çatışmalardan arındırdığı diyalektik materyalist görüşünde ısrar etse de tarihsel süreci değerlendirme de yeni yöntemler kullanacak modernleşme görüşüne eğilim gösterecekti.Şevket Süreyya Aydemir kuşkusuz her şeyden önce ve her devirde siyasal yaşamı etkilemek istedi; ancak bunu yaparken - sınıfsal çözümlemeden kaçınsa da - köşe bucak bir tarih ve devlet anlayış, oluşturmak gayreti de gösterdi. İşte biz tezimiz olarak Aydemir'in bu konulardaki görüşlerine eğildik. Burada yapmak istediğimiz Aydemir'in tüm yaşamını dönemsel eğilimlerle kesen; fakat alttan alta bir süreklilik gösteren tarih ve devlet anlayışını veya anlayışlarını enikonu tartışmak, en azından sergileyebilmektir. Tezimizi kurarken öncelikle kaçınılmaz bir biçimde Aydemir'in yaşamı ile paralel giden siyasal görüşlerini tartıştık. Ardından tarih anlayışına eğilerek tarihi materyalist yöntemi anlayış biçimini serimledik. Üçüncü bölüm olarak devlet anlayışını ortaya koyduk ve sonunda somut tarih çalışmalarına eğilerek bir bakıma tarih ve devlet anlayışının sağlamasın, yaptık.Aydemir'in tarih ve devlet anlayışını araştırmak öncelikle onun yaşamını, yaşamındaki kırılmalarını araştırmak ile başladı ve ilk bölüm yaşamı ekseninde giden siyasal görüşlerini derinlemesine irdelemeden bu konuya ayrıldı. Edirne'de topraksız bir köylü ailesinin oğlu olarak doğan Aydemir, yeniyetmeliğinde Yusuf Akçura'n.n çıkardığı Türk Yurdu dergisinin sık. okurlarından oldu. Dergide Ziya Gökalp'in Turan ülküsüne kapılarak Kafkas cephesine henüz 17-18 yaşında katıldı. Savaş sonrasında öğretmenlik için gittiği Azerbaycan'da Turan'. aradı; ancak bulamadı. Birdenbire Bolşevik Devrimi'nin içine çekildi, arayışları onu nihayet Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesi'ne kadar götürdü. Burada entelektüel gelişiminin ilk çekirdeklerini oluşturan Aydemir, Türkiye'ye bir Türkiye Komünist Partili olarak döndü ve çok geçmeden ulusalcı düşünce ve duygularının ağır basmasıyla hareketten ayrılarak Kemalist İnkılabın hizmetine girdi. Öğretmenliğin ardından 1930 sonrasında Kadro dergisinin kurucusu ve kuramcısı oldu. Burada yöntem sorununu söz konusu eden yazar - bizim ikinci bölümde uzun uzadıya tartıştığımız gibi- siyasal yaşamı çözümleyecek en iyi yöntemin tarihi maddecilik olduğunu söylüyor, dünyanın gelip dayandığı çelişkinin ise Leninist bir tavırla; fakat sosyalist çıkarımlar yapmaksızın, sömürgeci sömürge ülkeler arasında olduğunu belirtiyordu. Tarihi materyalist yöntem ile toplumlar üretim araç ve vasıtalarına göre değerlendirilir, diğer toplumsal ilişkiler bu üretim araçlar, üzerinde biçimlenir. Aydemir için Avrupa Marksizminin bu kalkış noktasıyla üretim araçlarının mülkiyetine göre sınıfsal çatışmayı önemsemesi anlaşılırken Türkiye'de durum farklıdır. Türkiye'de çağdaş sınıfsal ilişkiler - burjuvazi, proletarya - oluşmadığından bir sınıfsal çatışmadan söz etmek mümkün değildir. Dolayısıyla devlet burada bir sınıfın egemenliğini sağlayan araç olmaktan çıkmış, içeride kütlesel kalkınma gerçekleştirebilecek, sınıf ayrımlarına izin vermeyecek, yetkin bir kadro aracılığıyla ve temelde devlet yatırım ve işletmeleriyle toplumsal düzeni adil bir biçimde sağlayacak bir toplumsal örgütlenme biçimi olmuştu. Kısaca Avrupa'da sınıfsal çatışmalar ile sosyalizm hedefinde bir rota belirleyen tarihi materyalist yöntem, Türkiye için sınıfsal çözümlemeden yoksun bir aygıta dönüşmüş, devlet bu yöntem ile toplumsal uyumu sağlayacak bir organ olarak belirlenmişti.1950'de DP iktidarıyla emekliye sevk edilen Aydemir, 1950'ler ve 1960'lar boyunca hacimli kitaplarını yazmış, bu kitaplarda tarih anlayışını somutlaştırmıştı. Tarih sırasıyla Enver Paşa'dan Atatürk'e, İsmet İnönü'ye ve Adnan Menderes'e kadar gelen bu yaşamöykülerinde merkez, tarihi oluşturan kişilerdi. Son bölümde geniş bir biçimde değindiğimiz gibi Aydemir için toplumlar, tarihi materyalist yöntemle kavranmalı üretim araç ve vasıtalarına önem verilmeliydi; ama somut çalışmalarında ortaya çıkan, koşulların değerlendirilmesiyle birlikte "tarihi şahsiyetlerin ağırlığıydı. Sözgelimi Osmanlı İmparatorluğu'nun son yüzyılında II. Abdülhamit tam bir talihsizlik olmuş, Mithat Paşa gibi imparatorluğu daha ussal bir biçimde yönetecek bir devlet adamını ortadan kaldırmış, baskıcı siyaseti, beceriksiz yönetimiyle devleti felakete sürüklemişti. Aydemir için Türk devrimi ise doğrudan doğruya Mustafa Kemal'in iradesi doğrultusunda biçimlenmişti, kısaca koşullarla örülmüş tarihsel sürecin en etkili belirleyicileri Aydemir için "tarihi şahsiyef'ler oldu.Şevket Süreyya, 1960'larda yazmaya başladığı Yön dergisinde dönemin atmosferine uygun bir biçimde sosyalizm sloganı altında yeniden devletçi görüşleri öne çıkaracaktı. Bu dönemde siyasal yaşamda yeniden etkili olmaya çalıştı. Ankara'daki evini bir siyasal düzlem olarak kullanıyor, askerlerden gazetecilere, akademisyenlerden öğrencilere pek çok konuk ağırlıyordu. Bu beş çaylarında sohbet dönüp dolaşıp Türk devrimine, onun istikâmetini belirlemeye dayanıyordu. Aydemir bu dönemde Türk Sosyalizmi bayrağı altında yeniden Kadrocu görüşlerini savundu. Sınıfsal çözümlemelerden yine kaçınıyor, olası sınıflaşmaların önlenmesi için tam bağımsızlıkçı ekonomi ve politika çizgisinde yeniden devleti toplumsal adaletin hakemi olmak için koşullandırıyordu.1970'lere gelindiğindeyse askeri müdahalenin etkisiyle olmalı, Aydemir, liberal demokrasiyi savunan bir çizgiyi cephe hattı olarak belirledi ve bu yıllarda revaçta olan modernleşme görüşüne eğilim gösterdi. Ona göre Türkiye, Batılı ülkeleri ekonomiden-siyasal kurumlarına değin yakalamak-çağdaşlaşmak doğrultusunda bir devrim gerçekleştirmiş, tek parti düzeniyle demokratik zemini hazırlamış ve 1950'lerden itibaren bu rejimi uygulamaya koyulmuştu. 1970'lerde de yapılacak olan bu kurumların savunulması toplumun tüm kesimlerinin meclis kanalıyla siyasal yaşamda temsil edilmesiydi. Özellikle TİP'in kapatılmasıyla oluşan soldaki boşluk giderilmeliydi. Kısaca askeri müdahalenin yol açtığı tahribat karşısında endişeye kapılan Aydemir, bu yıllarda dolaylı da olsa sınıfsal temsile değiniyor, liberal demokrasiyi ise tarihi seyrin ülküsel tipi kılıyordu.Kısaca söylersek 1930'lardan 1970'lere kadar tarihi materyalist yöntemle evrensel düzeyde sömürgeci sömürge çelişkisini belirleyen Aydemir için, devlet, toplumsal adaleti sınıfsal çatışmalara olanak vermeden doğrudan doğruya ekonomik biçimlendirmelerle sağlayabilirdi. 1971'de gerçekleşen askeri darbe sonrası ise Aydemir vurgusunu demokrasiden yana yapmaya başlayacak, toplumu oluşturan kesimlere atıflar yaparak ve sınıfsal çatışmanın oluşmaya başladığını söyleyerek devlet çizgisinden toplum çizgisine kayacaktı. İşte tezimiz bu noktada anlam kazanıyor, bir yanda yüksek lisans öğrenimi yapan bir öğrencinin, Cumhuriyet devrinin ilk aydınlarından birini çalışmasıyla çıraklık dönemini oluşturuyor, diğer yandaysa Kadro yıllarına sıkıştırılmış bir yazarın devlet ve tarih üzerine düşüncelerini dönemsel karakterlerime sergiliyor, onu Türkiye'nin çalkantıları içinde bütünlüklü bir biçimde değerlendirme çabasına giriyor.