Özet:
Bu tezin konusunu Fichte'nin devlet kuramı oluşturmaktadır. Fichte'de gördüğümüz gibi, onsekizinci yüzyılda çeşitli filozof ve siyaset kuramcılarının devlet veya hukuk teorileri, onyedinci yüzyıldaki birey ve egemen güç arasındaki ilişkiyi çözümleme girişimlerinin devamı niteliğinin taşımaktadır. Bir birey nasıl özgür ve zengin olabilirdi ? Burjuva insanın mülkiyet haklan nasıl korunabilirdi ? Bunlar önemli sorulardı ve sosyal teoride büyük açmazların ortaya çıkmasına neden olmuşlardı. Haklar dizgesinde oluşan açmaz Hobbes ve Locke tarafından asla çözülememişti; keza tüm onyedinci yüzyılda da. Bu açmaz egemen gücün oluşumunu belirleyen, bireysel hakların korunması için gelişen süreçte, korunmak istenen haklardan daha fazlasının tehdit altına girmesiydi. Egemenin gücünü kötüye kullanmasını engelleyici tedbir, Hobbes ve Locke için egemenin yasalarla sınırlandırılmasıydı. Bireysel haklar, otoriteryanizm tehlikesine karşı dengeleyici bir gözdağı unsuru olarak sunulmaktaydı. Bu düşünürlerin doğal haklar anlayışında bireysel etkinlik, toplumun dışında, dipten gelen kendi yaşamsal belirlenimleri doğrultusunda bireysel egemenlik alanında hareket edilmesiydi. Takib eden bir diğer teorik problem, bireysel haklarla toplumsal birliği uzlaştırabilmekti; bu karşıtlıktan bir önceki sorunun çözümlenmesi çabalan sırasında uzak durulmuştu. Her iki sorunu birlikte ele almaya yönelik ilk girişim Rousseau' dan gelecekti. Rousseau bireysel istemi topluluk otoritesine bağlayarak, onların (bireysel hakların) yalnızca bir topluluk içerisinde olanaklı olabileceğini göstermişti. Rousseau için toplumsal istem, diğer tüm hakların üzerinde yer alan ve onları temellendiren kutsal haktır. Buna karşın bu hak doğadan türetilmez; bu nedenle de bir toplumsal sözleşmeyle temellendirilmelidir. Bu onaylandığı anda kutsal hakkın kendisi, sosyal istem kendisini toplum sözleşmesinde somutlaştıracaktır; bu açıdan bu hak diğer tüm bireysel ve sosyal gruplara ait hakların birleşmesiyle şekillenir. Her ne kadar bireysel haklar da kutsallık içerse de, XVsözleşme toplumsal istemi ön plana alır; çünkü doğal hakların bireyin toplum karşıtı eylemlerde bulunmasına yol açabilmesi de olasıdır. Rousseau'nun bu pek açık olmayan dönüşümlerine, büyük ölçüde topluk içerisinde bireysel haklar ve politik otorite arasında varolduğuna inanılan bir uyuşmazlık sonucunda sürekli bir sürtüşmenin gerçekleştiği kararının verilmesi neden olmuştur. Bu durumda da birey ve özekliğinin nerede konumlandırıldığı muğlakta kalmakta, Rousseau'da birey toplumsal istemde kaybolmaya yüz tutmuş gibi görünmektedir. Fichte'nin haklar dizgesiyse, bir anlamda Hobbes ve Locke'un düşüncelerini yadsımadan Rousseau'nun ideallerinin yeniden güncele taşınması girişimidir. Fichte Hobbes ve Locke'un açmazlarım aşarak bir haklar kuramı oluşturduğuna inanmıştır. Fichte'nin kuramının anahtarı, Hobbes'un ölüm korkusuna dayandırdığı haklar dizgesinin yürütücü motivini, kişisel bilinçlenmeye transfer etmesidir. Bireysel bilinçlilikte yatan özgürlüğün açığa çıkabilmesi, bireyin özgürlük istemiyle karşılıklılık içersindedir; bir yönüyle de akılsallığın hakim olduğu bir toplumla. Hakların dışsallığını yok etmeden, özgürlükle beraber varolması önemli ölçüde insanın sosyalleşebilmesine bağlıdır. Fichte'ni 1796 tarihli Haklar Kuramı eseri, haklar dizgesinin bu yönde, belirli bir çıkarım üzerinde yükseltilmesidir. Bu çıkarım Kant tararından da kullanılmış olan; bireysel hakların yaşatılabilmesinin zorunlu bir şartı olarak kişisel bilinçlenmeyi belirleyen aşkın metodun bir benzeridir. Bu metod şu anlama gelmekteydi: Kişisel bilinçlenme yok ise bireysel haklar yoktur; veya akılsal kurum olan devlet karşısında birey de kişisel bilinçlenme sayesinde haklara sahip bir insan olabilecektir. Ve çalışmamızda belirtildiği şekliyle, Fichte kişisel bilinçlenme ile yetkinleşen bireyin devlet ile olan ilişkisini çok farklı bir boyuta taşımaya çalışacaktır. Bu noktada görüldüğü gibi, Fichte kişisel özgürlüğü içeren bireysel hakların liberal bir savunucusudur; bununla beraber başka alanlarda, özellikle de ekonomik yaşamda liberalizm karşıtı bir tavır sergilemektedir. Fichte için devletin ana ekseni, toplum sözleşmesi uyarınca özgür yurttaşların asli haklarım korumaktır. Yani özgürlük dışsal alanda; toplumda kişisel yaşamın dokunulmazlığı ile başlar ve XVIdevletin bireysel yaşama müdahale alam, kişisel hakların yaşanmasının diğer insanların yaşam alanlarının korunması gerektiği yerde konumlandırılır. Politik sisteminde Fichte, Kant gibi, mutlakıyet karşıtı, cumhuriyetçi ve diğer Alman idealistlerinin de ötesinde bireysel haklarda eşitlik yanlısıdır; monarşiden, politik ardıllıktan beklentisi herhangi bir eşitlik toplumu yaratmaktan uzak olduğu için söz konusu değildir. Bu öncüllere rağmen Fichte, Kant gibi etkili ve sürekli bir politik ilerlemeyi, halk hareketleri yerine, yukarıdan gelecek, eğitim ve erdeme dayanan reformlar da bulmaktadır; hukuk-dışı rejimlerin bünyesinde kademeli olarak gelişecek bireysel dönüşümler olanaklı görülür. Bir politik düzenin meşruluğu da bu nedenlerden dolayı şarta bağlıdır, bu o düzenin değişim kapasitesine bağlıdır. Her devletin anayasası farklı sebeplerden ötürü daha iyiye doğru gidebilecek bir süreci başlatamaz. Anayasalar bütünüyle, her şeyin sonunda kendisini koruyabilen tek şey olan bireysel hakların karşısındadır. Bu nedenlerden ötürü devlet,tüm üyelerini bir araya getiren bir toplum sözleşmesi ile kurulmalıdır. Ancak görebileceğimiz gibi, Fichteci sözleşme, diğer sözleşme teorisyenlerinin kuramlarıyla, a priori bir zorunluluk getiren bilimsel metot içermesiyle aynı düzlemde değerlendirilemez. Fichte'de sözleşme, her kişinin uymasının zorunlu olduğu bir evrensel zorunluluğa dayandırılır; kişisel tercihlere değil. Bu evrensel zorunluluk, büyük bir topluluğun üyesi olabilmek için her insanın kişiselliğinden ( bencilliğinden) vazgeçmesidir. Sözleşmenin asıl amacı, bir topluluk içerisindeki tüm üyelerin haklarının korunmasıdır. Bu nedenle Fichte sözleşmeyi evrensel bir zorunluluk olarak ortaya koymaktadır. Toplum sözleşmesi ile kurulan devletin iki temel sorumluluğu olduğu varsayılır: i) Sosyal eşitliğin sağlanması, ii) Her bireyin özgürlüğünün korunması. Aslında Fichte tarafından bu iki görev bir ardıllık ilişkisiyle sunulmaktadır. Buna göre, sosyal eşitlik özgürlüğün ön şartıdır; buradan hareket eden Fichte bir devletin ideali temsil edebilmesi için sosyal eşitliği gerçekleştirebilmesi zorunluluğunu getirir. Sosyal eşitlik yoksa bir devlet yoktur; aynı şekilde insanların özgürlüğü de. Buran bakıldığında Fichte'nin nasıl bir ekonomik teori öngördüğünü kestirebilmek de zor değil, Kapalı Ticaret Devleti, 1800'de, Fichte devlet kontrolü altındaki bir iç pazar ekonomisi önermiştir; dış ticaret devletin dışındaki bireylerce XVIIyürütülemeyeceği gibi, devlet için de düşünülmemektedir. Bu Fichte'nin devlet ve sosyal eşitlik üzerindeki görüşlerinin ana temalarından birisidir. Temelde Fichte için politik ve sosyal eşitlik insan özgürlüğünün öncülleridir. Rousseau'nun dediği gibi, insan özgürdü ve özgür olmalıydı. Eğer insan varoluşu bir gün özgürlükle birleşecekse, bu devletin koruyuculuğu altındaki politik ve sosyal eşitlikle olabilecektir. Bu bağlamda devlet yurttaşlarının ahlaki ve kültürel gelişimleri için gereken koşullan sağlamalıdır. Burada Fichte'nin eğitime verdiği önem de beliriyor. Onun için, insanlığın yenilenmesi amacıyla, modern bir eğitim imkanı devlet tarafından yurttaşlara sunulmalıdır. Yurttaşlar, kültürel ve ahlaki gelişimlerini eğitim sayesinde tamamlayacak, yeni bir dünya ve yeni bir insanlığı kurgulayacaklardır. Fichte'nin kurgusunda, gerçek insan toplumu yalnızca eğitim ve sosyal eşitlik ilkeleri uyarınca onaylanan bir toplumsal uzlaşmanın getireceği bir yaşamda, bireylerin özgür etkinlikte bulunabilmesiyle görülebilir. Bir toplum otorite ve zor kullanma yoluyla temellenmişse, bu insanlığın geriliğini ve toplumun gelişmemişliğini gösterecektir. Zorlayıcı güce (hukukun uygulanabilmesi için) dayanan bir devlet salt mükemmel topluma ulaşmanın bir aracıdır; ve diğer tüm insan yaratımları gibi devletin belirlenimlerinden birisi de kendisim yok etmektir. Tüm hükümetlerin amacı, hükümetleri gereksiz kılmaktır. Tarihin son noktasında yasaldık sahibi zorlayıcı güç olarak devlet ortadan kalkacaktır. Çünkü bu gibi bir tarihsel durumda devlet artık yararsızdır. Kanımızca bu araçsal devlet teması, Fichte'nin devlet kuramının en belirleyici yönüdür. Fichte'de devlet kendi içerisinde bir amaç taşımaz ve Fichte tararından insanın ahlaksal ilerleyişinin yürütücüsü olarak konumlandırılır. Tezde görüleceği gibi bu idealist araçsal bir devlet modelidir. Ve diyebiliriz ki; Fichte üzerinde yürütülen güncel ulusçuluk ve totaliterlik spekülasyonları iki yüz yıl önce yanıtlanmıştır. Devlet, insan varoluşunun gelişimi için bir araçtır; ve zamanı geldiğinde bir daha geri gelmemek üzere yerini tek edecektir. Bir devlet kuramı bu ana fikir üzerinde yükseliyorsa, yapısal olarak ulusalcı ve totaliter bir istemi bünyesinde barındıramaz. Çalışmada da bu yargımızı ispatlamaya çalıştık. xvm