Abstract:
Çalışma süresi, işçinin iş sözleşmesinden doğan iş görme borcunu yerine getirdiği veya yerine getirmiş sayıldığı süreyi belirten bir kavramdır. İşveren çalışma süresini düzenlenme hakkına sahiptir. Ancak kanun koyucular, işverenlerin çalışma süresini tespit ederken uyması gereken kuralları belirlemekte, onları tamamen serbest bırakmamaktadır. Çalışma süresi işçinin yaşamından işverene ayırdığı bir zamandır. Bu nedenle bu süre tespit edilirken hassas bir dengenin kurulması gerekir. İşletmenin iş gücü gereksinimi yeterince karşılanırken, işçinin de maddi kayba uğrama kaygısı taşımadan ruhsal ve bedensel sağlığı korunmalı ve başta ailesi olmak üzere sosyal çevresiyle ilişkileri bozulmamalıdır. Çalışma süreleri bu özelliği gereği ulusal hukukta olduğu gibi, uluslararası hukuk alanında da iş hukukunun öncelikli temel düzenleme konusu olmuştur. Zira Uluslararası Çalışma Örgütü'nün kabul ettiği ilk sözleşme 13 Haziran 1921 tarihinde yürürlüğe giren "Sanayi İş yerlerinde Çalışma Sürelerini Düzenleyen Sözleşme"dir. Avrupa Birliği de bu konuyu ihmal etmemiş ve çalışma sürelerini düzenleyen yönergeler çıkarmıştır. Bu yönergeler çalışma ve dinlenme sürelerine ilişkin esnek uygulamalara imkan tanımış olup bu doğrultuda Uluslararası Çalışma Örgütü'ne üye devletler de denkleştirme sürelerini belirlemişlerdir. Bu açıdan Türkiye'de 10 Haziran 2003 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan ve aynı gün yürürlüğe giren 4857 sayılı İş Kanunu fazla çalışma kavramı ve bazı uygulanma şartlarını, 1475 sayılı İş Kanunu'ndan farklı ölçüt ve düzenlemelere tabi tutmuştur. Bunun başlıca nedeninin yeni İş Kanunu'nda, ülkemiz çalışma hayatı için gerekli esnek çalışma sürelerinin getirilmesi ve esnek bir çalışma düzeninin kurulması olduğu bilinmektedir.