Özet:
Bu çalışma kapitalist toplumda üretim ve tüketim alanındaki öznenin, Marx, Foucault ve Lacan'nın özne üzerine tartışmalarından hareketle korku ve kaygı üzerinde temellenen nasıl bir öznellik geliştirdiğini ortaya koymayı amaçlamaktadır. Günümüzde kapitalist sistem devamlılığını sağlarken, insanı da kendisiyle birlikte dönüştürmektedir. Üretim ilişkileriyle kendisine bağladığı insanı gün geçtikçe çeşitlenen tüketim ürünleriyle de kendisine bağlamaktadır. Diğer taraftan kapitalizm dünyayı tehdit eden risklerin küresel düzeyde artmasıyla insanları korku durumlarını çoğaltan bir sistemdir. Bu çalışma kapitalist sistemin ilerlemesiyle birlikte insanların genel kaygı ve korku düzeylerinin arttığını, çalışmanın hayatta kalmak için zorunlu para kazanma kaynağı haline dönüşmesiyle, insanların üretim ilişkilerine mecburen eklemlenmesi sonucu yaşadığı korku ve kaygı durumlarını tartışmaktadır. Burada üretim ilişkilerinin bir egemenlik ilişkisine dönüşürken, çalışmanın bir statü halini alması, statü endişesini oluştururken, esnek üretime geçmeyle birlikte iş güvencesizliğinin getirdiği korku ve kaygıya değinildi. Diğer taraftan tüketimin artık bir ihtiyacı karşılamak yerine bizzat kendisinin bir ihtiyaç halini almasıyla tüketim toplumuna girdiğimizi ilan eden Baudrillard'dan hareketle, insanın salt kendisi istediği için değil, kendine 'rasyonel' diye sunulan davranışları yapmak, ürünleri tüketmek zorunda hissetmesiyle birlikte bu uyumlulaştırma sürecinin modern insanda açtığı korku ve kaygının varlığı ortaya konulmaya çalışıldı. Öznenin kapitalist toplumda artık nesneler, göstergeler ve resmin şiddetine maruz kaldığını tespit ettik. Büyüsü bozulan dünyada gösteri toplumu her şeyi temsile bırakıp kaçarken öznenin nasıl anlamsızlık dünyasında kaldığına ulaşıldı. Marx bize sosyalizm fikrini sunarken onu istememiz ve sosyalizmi kurmamızın en büyük nedenlerinden birisi olarak insanın kendi değerini kendi belirlemesi olarak ortaya koyar. Tüketim ve üretim ile çevrilmiş toplumun hiçbir zaman kendi değerini kendinin biçemediği, artık tükettikçe yok olan, sahip oldukça var olduğu yanılsaması yaşayan bir öznenin olduğu tespit edildi. Öznenin kendi değerini bulduğunu sandığı nesneler ve gösteri dünyası, yaşamanın anlamı gibi görünen üretim ilişkileri, öznenin kendisini kaybederek kendini gerçekleştirdiği, kendi hakikati olabilmek için başkası haline geldiği bir ortam olduğunun altı çizildi.