Abstract:
At, insanla tanıştığı günden bu yana, insanla birlikte ve insan için hiç durmadan
koşmuştur. İnsan, atının gücünü, süratini ve niteliğini arttırabilmek için onu
diğerleriyle yarıştırmış; yarışanlar arasında hangisinin en iyi olduğunu tespit etmek
için gözlem yapmış, tahmin yürütmüş, iddiaya girmiş ve bu etkinliği topluluk içinde
bir oyuna dönüştürmüştür. Bu tez, bir yetişkin oyunu olarak nitelendirdiği at yarışları
ve müşterek bahislerin Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki gelişim sürecini, onu oynayan
ve oynatan insanları merkezine alarak incelemeyi hedefleyen etnografik bir tarih
çalışmasıdır. 20. yüzyıl başından günümüze Türkiye’de toplumun bu oyuna neden ilgi
gösterdiği, ne tür beklentilerle katıldığı, karşılığında neler kazandığı ve kaybettiği ve
bu oyunun kuşaktan kuşağa aktarılarak nasıl günümüze kadar ulaştığı, etnografik
yöntemlerle araştırılmıştır. Buna göre, Türkiye'nin yarış ve bahis tarihi, toplumun bu
oyuna karşı ilgisi, katılım biçimleri, beklentileri ve geliştirdiği alt kültür çerçevesinde
beş döneme ayrılır. Bunlar, atçılığın yeniden inşa yılları (1920-1926); yarışların
tarımsal kalkınma ve toplumsal modernleşmeye aracılık ettiği yıllar (1926-1948);
bireysel yetiştiricilerin oyunun yönetimini devletten devralıp, oyunun altyapısını ve
kapsamını geliştirme süreci (1948-1968); altılı ganyanın yürürlüğe girip oyun
kültüründe köklü dönüşümleri başlattığı dönem (1968-1992) ve oyunun naklen
televizyondan yayımlanmaya başlayarak etki alanının genişlediği, oyun kültürünün
yeni dönüşümler geçirdiği ve günümüze kadar ulaşan son dönemdir (1992- ).
Türkiye'nin yüzyıllık yarış ve bahis tarihi boyunca, bu oyuna her dönem toplumun
farklı kesimlerince çeşitli anlamlar yüklenmiş; kimi için bir spor kimi için bir eğlence
kimi içinse bir kumar olarak tanımlanmıştır. Bu çalışmada, yaygın olarak şans oyunları
kategorisinde kabul edilen bu etkinliğin, sadece şansa bağlı bir oyun değil, en az onun
kadar bilgiye, emeğe, çalışmaya ve sosyal ilişkilere dayanan; oyuncularına paranın
ötesinde bireysel ve toplumsal kazanımlar sunan; öğrenilen, paylaşılan, değişen ve
kuşaktan kuşağa aktarılan somut olmayan bir kültür varlığı olduğu ileri sürülmektedir.