Özet:
Leylâ Erbil, 1971 yılında yayımlanan ilk romanı Tuhaf Bir Kadın ile tartışmaya
başladığı meseleleri 2013'te Tuhaf Bir Erkek ile sonlandırır. İki anlatı arasında
Karanlığın Günü, Mektup Aşkları, Cüce, Üç Başlı Ejderha ve Kalan adlı metinler
bulunur. Genellikle feminist kuramlar çerçevesinde değerlendirilen bu metinlerde
insan oluş, “kendi için varlık”, kendilik kaygısı, kendilik etiği gibi meseleleri merkeze
almak mümkündür. Bu anlatılar biçimsel yapılarına paralel olarak tematik açıdan da
döngüseldir. Yedi anlatının neredeyse tek bir eserin bölümleri olduğu dahi
düşünülebilir.
Bu çalışmada birbirini doğuran anlatıların esas meselesi kendilik etiği olarak
belirlenmiştir ve bireyliğini/varlığını, her türlü kurumla çatışarak koruyan kadın yazarlar ele alınacaktır. Mücadelenin neticesinde Cüce metnindeki Zenîme Hanım'ın
ifadesiyle birer “aitsiz kimlik” oluşları tespit edilecektir. Foucault'nun “kendini
biçimlendirme teknolojileri” teriminden hareketle benlik, kendini yapılandırma,
insan oluş sorunsallarına aitsizlik üzerinden yaklaşılacaktır. Kısaca, “aitsiz kimlik”
yaratmak tahakküme karşı alınan tavrın sonucudur. Özne, kendine nefes alanı açmak
için kendini izlemek, anlamlandırmak, etik değerlerini belirlemek gibi birtakım
teknikler uygular ve bu tavır sonsuz bir mücadele içine adım atarak kendi hakikatinin
peşinden gitmekle neticelenir.
Leylâ Erbil'in çalışmaya konu edilen anlatılarındaki kadın-yazar başkişiler, ideolojik
aygıtlarla etrafı sarılan birey için kendi olmanın imkânsızlığının farkındadırlar ve
bunun için başka bir yol bulmak gerektiğini düşünürler. Bireyin yaralı bir bilincinin
olduğunu baştan kabul ederek deliliğe varan bir çizgide mücadele ederler. Mücadele
boyunca eleştirel tavır, kendinle ve dünyayla araya mesafe koymak önemlidir. Bu
minvalde kendini biçimlendirme tekniklerinden sayılan parrhêsia oyununda hakikate
ulaşmak için doğruyu söylemek, haysiyetli, erdemli bir hayat yaşamak, adaleti
sağlamak yazıyı ve hayatı bunun üzerine inşa etmek kendiliğini kurmak anlamına
gelir.
Leylâ Erbil metinlerinde kendilik ve insan oluş, gerektiği anda konuşma ile
biçimlendirilir. Kolektif hafızayı oluşturan toplumsal acıların mikro düzeyde birer
tarih anlatısı olarak kurgulanması bir borç öder gibi kayda geçirilir. Kültürel travma
sonucu toplumun iyileştirilmesi ve adalet duygusunun sağlanması için kolektif
unutuşa izin vermeyerek, söz yitimine karşı uyanık kalarak belleği diri tutmak,
böylelikle bireyi de sağaltmak “kendinde kendi” olmanın yani “aitsiz kimlik”in
gerekliliğidir.