dc.description.abstract |
Bu çalışmanın amacı, klasik Uluslararası İlişkiler teorilerinin ortak sorunsalını ve ontolojik farklılaşmasını bulmaktır. Uluslararası sistemi betimlemek, açıklamak ve kurgulamak işlevine sahip olan Uluslararası İlişkiler teorilerinin, bu çalışmada ilk ve temel olarak uluslararası sistemin doğasına yönelik olarak farklılaştıkları ileri sürülmüştür. Dolayısıyla, öncellikle modern uluslararası sistemin temel parametreleri, kurucu unsurları ortaya konulmuştur. Bu yapılırken çıkış noktası olarak Ortaçağ Avrupa' sındaki uluslararası ilişkiler düşüncesi seçilmiştir. Burada, Ortaçağ Avrupa' sındaki uluslararası ilişkiler düşüncesi ortaya konulmuş ve ne tür dönüşümler/değişiklikler sonucu modern uluslararası sistemin doğuşunun gerçekleştiği tartışılmıştır. Modern uluslararası sistemin doğuşu incelendikten sonra önce siyaset felsefesi bağlamında daha sonra bir disiplin olarak Uluslararası İlişkiler teorilerinin modern uluslararası sistemin doğasını nasıl tanımladıkları ve bu sisteme nasıl bir çerçeve çizdikleri incelenmiştir. Bu bağlamda realizm, liberalizm ve marksizmin, ilk olarak, uluslararası sistemin doğası tanımlamasına daha sonra da hem Avrupa için hem de diğer tüm kültür ve toplumlar için üst bir kimlik ve uluslararası sisteme bir çerçeve olarak öneri ve öngörülerine bakılmıştır. Sonuç olarak ise, uluslararası sistemin değer- kültür bağımlı olup olmadığına, bu bağlamda Uluslararası İlişkiler teorilerinin temel ayrılık noktasının kaynağının ne olduğu ve bunun Uluslararası İlişkiler disiplini açısından etki/sonuçlan ile ilgili çıkarımlara ulaşılmıştır. Ortaçağ Avrupa'sında uluslararası ilişkiler düşüncesi iki düzlemde gelişmiştir. İlk düzlem Ortaçağ uluslararası ilişkiler paradigmasını da oluşturan Kilise ve Roma dini-siyasi üst kimliğinin şekillendirdiği tüm Katolik Avrupa'yı kuşatan bir içeriktedir. Belirleyici unsurun Hıristiyanlık olduğu bu düzlemde, uluslararası ilişkiler Hıristiyan olanlar ile olmayanlar arasındaki ilişkileri tanımlamaktadır. İkinci düzlem, birinci düzlemi üst kimlik olarak kabul etmiş alt siyasi kimliklerden oluşur. Şehir yönetimleri, küçük krallıklar ve yerel siyasal yapılanmalardan oluşan bu alt siyasi kimlikler, Kilise ve Roma'nın dini-toplumsal sistemi içindeki değer ve kurallar çerçevesinde aralarındaki ilişkileri geliştirmiştir. Bu bağlamda paradigma içi uluslararası ilişkiler olarak belirtilebilir. Kilise ve Roma kuşatıcı üst kimliğinin zayıflamasına paralel olarak, Rönesans ve Reformasyon ile hem felsefi-siyasi hem de dini anlamda Kilisenin ıı belirlediği düşünce, siyaset ve toplumsal algılamalar değişmiştir. Bu anlamda modern uluslararası sistemin ayırtedici özellikleri olan devlet, siyasi meşruiyet kaynağı olarak halk iradesi, devletler arası ilişkiler, reason of state ve güç dengesi nosyonları ve anlayışları daha da belirgin bir hal almıştır. Böylece, modern uluslararası sistemin ilk oluşumu, kavramsal çerçevesi ve temel parametreleri ortaya çıkmıştır. Uluslararası İlişkiler teorileri ise oluşan modern uluslararası sistemi betimlemek ve açıklamak çabası içindedirler. Her bir teori uluslararası sistemin doğasını açıklayacak ve tümü ile kuşatacak bir çerçeveyi sunmaya çalışır. Bu bağlamda, Uluslararası İlişkiler teori lerindeki temel sorun, oluşan modern uluslararası sistemde, Ortaçağ Avrupa'sında Kilise ve Roma'nın gördüğü işlev olan tüm Avrupa'yı kuşatan üst bir kimlik ortaya koyamamak olarak belirmektedir. Dolayısıyla bu çalışmada klasik Uluslararası İlişkiler teorileri olarak adlandırılan realizm, liberalizm ve marksizm modern uluslararası sistemin ontolojik meşruiyetini oluşturma çabası içinde farklılaşmaktadırlar. Bu çerçevede her bir teori öncellikle modern uluslararası sistemin doğasını açıklamak noktasında daha sonra da, uluslararası sistemin kuşatıcı üst kimliğini belirlemek ve bir dünya düzeni tasavvuru geliştirmek noktasında bu farklılaşmayı yaşamışlardır. Modern uluslararası sistemi tanımlamaya yönelik olarak oluşturulan Uluslararası İlişkiler teorilerinden biri olan realizm, uluslararası sistemin doğasını çatışmacı bir içerikle tanımlamıştır. Roma ve Kilisenin, Avrupalının dünya düzeni algısını, siyasal birimlerin motivasyon kaynağım ve beslendikleri dini-felsefi ve siyasi temelleri bağlamında oluşturduğu kuşatıcı üst kimliğinin yerine, realistler, dünyevi boyutta devletin aşkınlaştırılması ve bu kurumların varoluşsal nedeni olarak gücün ve çıkarın mutlaklaştırılmasının, insan motivasyonuna kötümserci bakış açısının, dünya düzeninin çatışma temelli mekanik bir dengeye ulaşabileceği anlayışlarının bütününün bir araya gelerek oluşturduğu çerçeveyi yerleştirmişlerdir. Ulaşılan sonuç ise, modern uluslararası sistemin çatışmacı ve anarşik karakterli olduğu, bu sistemin devamını sağlayacak, devletlerin kuşatıcı üst kimliği olabilecek unsur olarak da güç dengesinin kabul edildiği bir yaklaşım tarzıdır. Bu çalışmada Uluslararası İlişkiler teorileri içinde ikinci sırada ele alınan liberalizm, modern uluslararası sistemin doğasını rasyonel insanın makul davranacağından, cumhuriyetçi-demokratik devletlerin rasyonel insanın kapasitesini... 111 gerçekleştirebileceği bir yönetim anlayışından ve evrensel değerler olarak kabul ettiği "serbest ticaret", "evrensel hukuk", "bireyin evrensel haklan", toplumlar arası karşılıklı işbirliği ve "tüm insanlığın karşılıklı hak ve sorumluğu" gibi kavramlardan/Önermelerden hareketle barış ve uyum içinde tanımlar. Bu barışçıl uluslararası sisteme ise evrensel olduğu düşünülen demokratik ve cumhuriyetçi değerleri kuşatıcı üst kimlik olarak önerir. Bu tanımlamayı, hem Avrupa'ya hem de tüm dünyaya (coğrafya ve insanlık anlamında) tek geçerli dünya düzeni algısı olarak sunar. Klasik Uluslararası İlişkiler teorileri içinde son olarak ele alınan marksizm, uluslararası ilişkileri, üretim tarzları arası ilişkiler olarak görmektedir. Üretim tarzının şekillendirdiği sosyal formasyonlar arası ilişkiler hem toplumsal hem de uluslararası ilişkileri oluşturur. Bunun yanında, modern uluslararası sistem kapitalist üretim tarzının egemen olduğu kapitalist uluslararası sistem olarak tanımlanmaktadır. Marksizm, kapitalist devletlerden oluşan uluslararası sistemin doğasını, burjuvazinin egemen olduğu kapitalist devletlerin "bitmek tükenmek bilmeyen daha fazla kâr ve piyasa için girdikleri mücadele"den dolayı çatışmacı bir karakterde betimlemektedir. Kapitalist mücadeleden kaynaklanan uluslararası sistemin savaşım durumu ancak komünist dünya düzeni ile barışçıl yapılabilir. Buna göre, insanın özgürleştiği, kendi kapasitesini gerçekleştirebildiği, sınıfsız ve refahın ortak bölüşüldüğü komünist toplum/sistem, modern uluslararası sistemin yaşam alanı olabilecek üst bir kimlik olarak sunulmaktadır. Sonuç olarak iki gurupta ele alınabilecek çıkarımlara ulaşılmıştır. Modern uluslararası sistemin doğuşu incelenerek, ontolojik bir tahlille içinde yaşadığımız uluslararası sistemin soykütüğü ortaya konulmuştur. Bu bağlamda modern uluslararası sistemin, Batının kendi iç dini-siyasi ve iktisadi dönüşüm ve gelişmeler neticesinde ortaya çıktığı dolayısıyla Avrupa değer algısının ve. coğrafyasının izlerini taşıdığı belirlenmiştir. Buna göre, hem ulus-devletin kökenleri, hem kapitalist üretim tarzı hem dini ve dünyevi alanın ayrımı hem de demokratik liberal değerler bu dönüşümlere bağlı olarak oluşturulmuştur. İkinci olarak modern uluslararası sistemin doğuşu incelenerek, Uluslararası İlişkilerin ortak sorunun felsefi arkaplanına ulaşılmıştır. Zira buna göre, klasik Uluslararası İlişkiler teorileri olan realizm, liberalizm ve marksizm en temelde oluşan modern uluslararası sistemin doğasına yönelik tanımlamada farklılaşmaktadırlar. iv |
|